-->

PARS - İsmail ÖZMEN | ANBEAN 4



- Çok sarhoşum Pars.
- Anahtarlarımı bulamıyorum.
- Pencereden girelim.
- Firuzan, saçmalama.
- Bırakma ellerimi Pars. Bırak kapalı kalsın kapılar. Açılmayı bekleyen kalpler o kadar çok ki.
- Buldum sonunda.
- Çok şey buluyoruz hayatımızda Pars. Ama yitirdikten sonra bir anlamı kalmıyor bulmaların.

Her şey böyle başlamıştı. Merdivenlerden çıkmıştık. Adı Firuzan'dı, güzel bir kadındı. Sonra onu lavaboya götürdüm, yüzünü yıkadım. Sanki güzelliğinden su yıkanmıştı. O andan 3-4 saat öncesi tanımıştım. Bir barda içiyordu. Belli ki kanmıştı, belki de kanamıştı her yeri. Yavaşça koltuğa yatırdım onu. Baktım. Yüzünden taşan nehirlere aktım sanki. Uyumamıştı. Tam kalkıp gidecekken..

- Ne var biliyor musun Pars? İnsanlar çok sever bazen. Bir anda sever, fark etmeden. Bir uçurumdan atlar gibi. Zannettiğin tek şey, paraşütlerinin vakti geldiğinde açılacağıdır. Ne paraşüt açılır Pars ne de dibini görürsün bu uçurumun. Sonra içkiler girer hayatına. Bulamadığın dibi, orada bulursun. Dibini bulmayan insanlara lanet okursun sonra. Küfür gibi dağılır salyaların ve ağız dolusu kusarsın nefretini Pars. Sonra unutulursun.

Susmuştum. Düştüğü uçuruma inmeye korkar bir halim vardı. Saçını okşuyordum. Bir kahve yapayım sana, diyerek sıyırmıştım ondan kendimi. O da susmuştu. Sonra bir zehri içer gibi içmişti getirdiğim kahveyi.
 Ayılmak ister gibi. Düştüğü şişenin dibinden kurtulmak ister gibi içmişti. Anlayamıyordum ama biliyordum. Başında sabaha kadar onu izlemeye söz verdiğimi, evimde güzel bir uyku için ona hizmet edeceğimi, kabuslardan dönerse eğer ona sımsıkı sarılacağımı... Göz kapaklarımın bana ihanet ettiğini... Tüm dikkatimin, dikkatsizliğe mahal verdiğini biliyordum.

Gözlerimi açtığım zaman, onun özlerini görüyordum salonda. Bütün duvarları öpmüş gibiydi. Koltuklara teninden birer parça bırakmıştı sanki. Tüm mobilyalara bakışını gizlemişti. Bir süre izlemiştim. Ne diyordu:
"Açılmayı bekleyen kalpler o kadar çok ki...

Bu benim evim miydi? Dün gece yanlış kapıdan mı girdim? O kapı şimdi kapalı ve ben içerde yalnızım. Pencereden girsem, geçer mi yalnızlığım? Ya da çıksam dışarı. Bakmasam ardıma. Özlerini arasam. Yetinmesem bıraktığıyla. Kal burada, desem; diyebilsem. Tanrı'dan bir fırsat daha dilesem. Ne demişti dün gece:
"Yitirdikten sonra bir anlamı kalmıyor bulmaların..."
Firuzan'ın yazısı, alın yazısına inat güzelmiş. Yüzünü bırakmış kağıda. Şimdi avuçlarımda terliyor. Mührü gözleriyle vurulmuştu. Beynimden vurulmuştum. Ne diyordu:
"Hangi kapıdan girdiğini bilmiyorsa insan, pencereler yalnızca gidişleri sahneleyecektir gözlere..."







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder